11'e 10 Kala

(Doğan Yılmaz, Yeni Film Sayı 18)

11'e 10 Kala Modası Geçmiş Bir Adam: Mithat Bey

Her şeyi yenilemek ve değiştirmek toplumsal bir karaktere dönüşmüş durumda bu ülkede. Yenilemek demek eskileri atmak, onlardan kurtulmak demek. Yaşadığımız birçok sorunun gerisinde bu "yeni fetişizmi"ni bulmak mümkün. Eski binaları, yüzyıllık ağaçları, tarihi sokakları yıkıp yerine yeni evler, sokaklar, yollar yapıyoruz. Yaptıklarımız da bir şeye benzese. Bize her 5 yılda bir evimizin eşyalarını, arabamızı, muhitimizi velhasıl eskimeye yüz tutmuş ne varsa her şeyi değiştirmemiz gerektiğini söyleyen bu anlayışın vaat ettiği yeni, pazar ekonomisinin fırından daha yeni çıkmış mallarından başka bir şey değildir. Yeni bir binada, bizden önce kimsenin yaşamadığı bir dairede oturmak isteriz. Bizden öncekilerin bıraktığı izlere tahammülümüz yoktur. Böyle yeni evler vardır. Eşyaların, perdelerin, koltukların, masanın, kitaplığın, her şeyin yeni olduğu evler. Bu evler kent yaşamının satınalınabilir ortalama estetiğini yansıtır ve her ev takriben birbirinin aynıdır. İnsanlar küçük detaylarda kendi farklarını yaratmaya çalışırlar. Bir geçmişi, tarihi, acı tatlı anısı olmayan bu evlerde kendini huzursuz, köksüz hissetmeyen insanların yaşadığı bir dünyada geçmişin, hadi tarihin diyelim, ne önemi olabilir. Avrupa'nın adına turist denen yepyeni bir tür tarafından işgal edilmiş şehirlerini dolaşırken insanı etkileyen şeyin süreklilik duygusu olduğu düşünülebilir. Donuk, statik, değişmez yapısına rağmen kentsel mimariyi bu kadar etkili kılan şey sokakların ve bina içlerindeki yaşamın dinanizmidir. 300 yıldır aynı şekilde aynı yerde durmakta olan taş yapılar zaman içinde oluştururlar kendilerini aslında. Bir kentin mimarisinin zamana direnen değil, zamanla devinen bir estetiğe dönüşmesi bundandır. Kent kendi özgün estetiğini ancak zamanla oluşturur. Ve sürekliliğe inanan her kuşak kendinden önce gelenlerin bıraktıklarına içten bir saygıyla sahip çıkarlar. Bütün tarihi kentler en büyük koleksiyonerlerdir.

Mithat Bey'in evi de tıpkı her özgün kent gibi kendi estetiğini oluşturmuştur. İnsan bu evde kendini büyük, eski bir kentin sokaklarında dolaşır gibi hisseder. Yeni olan her şey bir koleksiyonun parçası olarak katılır bu eve. Yeninin anlamı ancak kendinden önceki ile kurduğu bağ bağlamında açığa çıkar. Nesneleri kendine özgü sistematiği içinde biriktirir Mithat Bey. Her insanın içinde bir nebze de olsa bulunan koleksiyonerin abartılmış halidir o. Koleksiyonerlik bir nevi belleğin somutlaştırılması, maddeleştirilmesidir. Ancak bu şekilde yadsınamaz bir nesnellik, somutluk ve gerçeklik kazanan bellek onu yok etmeye ya da yönlendirmeye çalışanların karşısına bir kaya gibi dikilir. Bütün kanıtlar orada bir yerdedir. Bunlara ulaşmanın kolay ve hızlı yolu koleksiyonerin tasnif yeteneğine kalmıştır. Evine kimseyi sokmayan Mithat Bey'in bunda kendince çok haklı gerekçeleri vardır. Gözü gibi koruması ve devamlılığını sağlaması gereken koleksiyonu onun için aslında tamamen bireysel bir uğraşa dönüşmüştür. Yaşına göre hayli iyi durumdaki bedensel ve ruhsal sağlığı bütün enerjisini bu uğraşından alır. Hayata katılır; sokak satıcılarıyla, sahaflarla, gazete bayileriyle, kaçak içki satan adamlarla ilişki kurar. Onları arar, kendini aratır. Yemeğini yediği küçük lokantanın sahibi kadın onun için ekmeklerin üzerindeki etiketleri ayırır. Hayatın bir nehir gibi önüne katıp hızla sürüklediği nesnelere kenardan elini uzatır, onları alır, biriktirir, sınıflar, anlamlandırır. Sokaklarda yürür, sesleri kaydeder. Koleksiyoner doğası gereği hayata katılmak zorundadır. Neyin nereden çıkacağı bilinemeyeceğinden her yere girip çıkması gerekir. Sonunda sığınağına, tozlu ve karanlık evine çekildiğinde bir sigara yakar, pikaptan yükselen müziğin tınısıyla kendinden emin, mutlu insanların içten gelen gülümseyişiyle tebessüm eder. Bu tebessümün gerçek mahiyetini anlayamayan düşmanları çoktur Mithat Bey'in. Bunun farkındadır. Komşuları, apartman yöneticisi, yeğeni, belediye görevlileri, hepsi bu modası geçmiş adamın yaşamını adadığı koleksiyonunu talan etmek için fırsat kollamaktadırlar. Sakin, soğukkanlı bir olgunlukla koleksiyonunu korumaya çalışır. Yeğeni üstü kafe olan bir sahaf dükkanı açmak istediğini söylediğinde onun sözlerinin gerisindeki anlamı hemen sezer. Akbaba gibi bekleyen yeğenin sözleri izleyici olarak bizlerin kalbine bir ok gibi saplansa da o yanlışlıkla açılan bir şişe votkayı onunla birlikte içme olgunluğunu gösterir. Belediye görevlisinin son yasal değişikliklerden bahsettiği anda acı gerçekle yüzleşir. O an yüzünde artık yapayalnız kalmış insanların acıklı hali vardır. Son umudu yasalar bile değişmiştir. Kimsenin onu evinden atamayacağına olan inancı yıkılmıştır. Başkalarının insafına kalmanın düşüncesi bile insanı yıkabilecekken, o ölümden bile acı bir gerçekle, koleksiyonunun talan edileceği düşüncesiyle yapayalnız kalır. Yalnızlık, Mithat Bey'in kendi tercihi gibi görülebilir. Oysa bütün yalnızlarda olduğu gibi onda da gerçekte ne olduğu anlaşılmayan, gereksiz, değersiz, işe yaramaz bulunan bir eğilim vardır. Yalnızlığı bu eğiliminin çevresi tarafından kabul görmemesinin zorunlu sonucudur. Kız kardeşinin telefonlarına yanıt vermez, çünkü ondan istenenin her şeyini dağıtıp bir huzurevine yerleşmek olduğunu bilir. Bunu bildiğinden yalnızlık bir tercihten çok bir zorunluluktur onun için.

Mithat Bey dik başlıdır. Tıpkı hayatını bir eser meydana getirmeye adayan her insan gibi. Makuldür diğer taraftan. İstanbul Ansiklopedisi'nin son cildine o kadar parayı vermeyecek, yanlışlıkla açılan votkayı tereddüt etmeden içecek kadar makul. Ve hala insanlara güvenmeye devam etmektedir. Bütün servetini kapıcı Ali'ye teslim eder. Güvenmek zorundadır belki. Bu yaşlı ve yalnız adamın koleksiyonunun önemli parçalarını paraya çevirmekte beis görmeyen Ali bir mezar soyguncusuna dönüşen temiz bir Anadolu çocuğudur. Tamamen boşaltılmış apartmanda yalnız kalan Mithat Bey, hala orada olduğunu düşündüğü Ali'nin dairesine indiğinde bir mezar kadar soğuk ve çirkin evle karşılaşır. Bu şekilde terk edilmenin ne demek olduğunu ancak kendimizi bir an olsun Mithat Bey'in yerinde düşündüğümüzde anlayabiliriz. Bomboş bir apartman, onlarca koli, yığınla kağıt, astımlı, yıpranmış bir ciğer. Ali'nin giderken bıraktığı hediye bu şartlar altında Mithat Bey'e ne ifade eder acaba…

Mithat Bey belleğini maddeleştirerek rahatlamanın yolunu bulmuştur. Bu takıntılı ve zeki adamın zihnini kemirgenlerden koruyabilmesinin yolu aklından geçen ve zamanla içinden çıkılmaz bir birikintiye dönüşecek olan şeyleri somutlaştırmak, her birine maddi bir karşılık bulmaktır. İnsan böylece belleğini yönetebilir, kontrol edebilir. Onun olgun, soğukkanlı tavrı bunun doğal bir sonucudur. Bir nebze duygusuzlaşmasına neden olan toplama alışkanlığı hayatla baş etmesini kolaylaştırır. Aslında imrenilecek bir iç huzuru vardır Mithat Bey'in ve bunu belleğin maddeleşmesine borçludur. Evini doldururken zihnini boşaltır. Topladığı her nesne geçmişi maddeleştirerek belleğini rahatlatır. Evindeki nesneler, gazeteler dışarıdan gelen sesi emerler, azaltırlar ve evi sessiz, huzurlu bir mekana dönüştürürler. Geçmişten kopamayanlar için en uygun yaşama biçiminin toplayıcılık olduğunu gösterir bize.

Koleksiyoner paradoksal olarak bugünle, şimdiki zamanla çok ilgilidir. Hayatın devam etmekte olduğuna yürekten inandığından, geçmiş bir saplantı olmaktan çok bugünün tamamlayıcısı ve hazırlayıcısıdır. Koleksiyonun eksik bir parçası, mesela Ali'nin almayı unuttuğu bir gazete, onu huzursuz eder. Bugünü çıkardığınızda, geçmiş ve gelecek arasında önemli bir boşluk oluşur. Koleksiyoner bugünle ilgili olmak zorundadır. Bugüne dair olanları koleksiyonuna katmak zorundadır. Tam da bu nedenle herkesten daha fazla şimdiki zamanla ilgili olan koleksiyoneri, geçmişte kalan ve orada yaşayan modası geçmiş bir adam olarak görmek büyük bir yanılgı olacaktır. Mithat Bey genel kanının aksine anlamsız, yararsız bir eğilimin peşine takılmış, hastalıklı, tarih dışı, zaman dışı, toplum dışı bir adam değildir. Hayatla, toplumla, yaşadığı çevreyle, yasalarla, bugünle, akıl ve beden sağlığıyla son derece alakalıdır. Zorunlu yalnızlığı onun toplum dışı olduğu anlamına gelmez. Yalnız insan anti-sosyal insan demek değildir. Çok iyi pazarlık yapan, sokakları dolaşan, yemeğini mahalle lokantasında yiyen, geçmişini, hayatını, karısını anlatan, paylaşan bu adam, yaşama çok çeşitli yönlerinden katılmaktadır. Hayata uzun sürmüş bir gemi yolculuğuyla başlayan ve yıkılmakta olan bir apartmanın -bir toplumun mu desek acaba- bir dairesinde nokta koymaya hazırlanan Mithat Bey, küçük jestlerin adamıdır aynı zamanda. İçinde hala canlılığını koruyan insan sevgisinin bir sonucu olarak Ali'ye, lokantanın sahibi kadına, yeğenine ve başkalarına küçük jestler yapar. Onun koleksiyonerliği dekoratif değildir. Antika meraklılarından farklı olarak mekanı süslemekle ilgili bir derdi yoktur. Elindeki malzemeyi sergilemekten haz almaya çalışmaz. Hayatında kadınlara da yer yoktur Mithat Bey'in. İlk olarak camları açıp evi havalandırmaya, toz almaya kalkacaklarını düşündüğünden olsa gerek onlardan uzak durmuştur. Gerçekte Mithat Bey birlikte yaşanabilecek bir insan değildir. Hadi kendisi gibi koleksiyon meraklısı bir kadınla birlikte oldu diyelim, bu defa da hangi nesnelerin toplanmaya değer olduğu konusunda, toplanmış şeylerin sınıflandırılması konusunda vs. çıkacak tartışmalar ve görüş ayrılıkları böyle bir ilişkinin sonunu getirecektir. Sonuçta herkes kendince seçme hakkına sahiptir ve koleksiyoner had saada bireyselleşmiş bir kişiliktir. Ancak eskinin büyük romancılarında görülebilecek ayrıntı düşkünlüğü hayatına başka birinin dahil olmasına izin vermez. Dolayısıyla, aşık olunacak bir adam da değildir Mithat Bey. Aslında sevilmeye o kadar müsait bir yapısı vardır ki ancak gündelik hayatın hayhuyundan, düzeninden, ayrıntısından uzak, başka türlü bir kadın sevebilir onu. Bunun imkansızlığını hayatının ilk döneminde kavradığı hissedilir. Bu meseleyi çözmüş olması (lokantanın sahibi kadınla yaptığı sohbetten anlarız bunu) çok önemli bir aşamadır onun için. Tercihini apaçık koleksiyonundan yana yapıp hayatını aşka ve kadınlara kapaması kendi gerçekliğinin farkında olduğunu gösterir. Tabi sadece bu realitenin farkında olmak yeterli değildir, bu sorunu aşmak gerekir aynı zamanda.

Filmin diğer kahramanı Ali bildiğimiz Ali. Edebiyatımız, sinemamız Ali'leri anlatan eserlerle doludur. Bu bakımdan onun hakkında söyleyecek fazla bir şey yok. Bozulmaya müsait bir Anadolu insanı olarak kendi kuyruğunu kurtarma çabası içinde Mithat Bey'den kalanları talan etmeye çalışır. Yine de insaflıdır, içinde bir yerlerde hala kimi iyi duyguları yaşatmaktadır. Bir önceki filmi Oyun'la bizleri Torosların bilge kadınlarıyla tanıştıran Pelin Esmer bu filminde Mithat Bey'in özgün ancak bir o kadar zengin dünyasıyla tanıştırır izleyiciyi. Sinemayı bir sanat olarak gören bu film, yalın ve incelikli bir üslupla kotarılmıştır. Ana akımın dışında, akıntıya karşı film çeken diğer yönetmenlerimiz gibi Pelin Esmer de sinemamız adına geleceğe umutla bakmamıza önemli bir katkı yapmıştır.